28 Aralık 2011 Çarşamba

Dalida ile yolculuk



Dinlemekten oldukça zevk aldığım bir başka ses,bir başka duruş.Dalida...


Dalida (Yolande Christina Gigliotti) (17 Ocak 1933 – 3 Mayıs 1987). Kahire doğumlu İtalyan asıllı şarkıcı, sinema oyuncusu. Kariyerini vatandaşlığına geçtiği Fransa'da yaptı. 55 altın plak  alan Dalida aynı zamanda "elmas plak" verilen ilk şarkıcıdır.


Italyan anne ve babasının meslekleri gereği bulundukları Kahire'de dünyaya gelmiş ve çocukluğu Mısır'da geçmiştir. Babası Kahire Opera Orkestrası'nda birinci kemancı olarak görev aldı. Dalida daha çocukken viyolonsel ve şarkıcılık dersleri aldı. 1951'de bir güzellik ajansına girdi ve ardından da Kahire'de bir moda evinde model olarak çalışmaya başladı. 1954'de Mısır Güzellik Kraliçesi seçildi. Bu yıllarda bir yönetmen olan Marc de Gastyne ile tanıştı ve ardında evlenip Paris'e gitti. Burada eşinin bağlantılarının da yardımıyla bazı filmlerde rol aldı.

Güzelliğine rağmen, ilk filmlerinde pek başarılı olamadı ama varyete şovlar ve kabarelerde Fransızca,İtalyanca,Arapça ve diğer dillerde şarkılar söyledi.Dalida sahne adıydı. Şarkıcı olarak Dalida ismini kullandı.İkinci singılı olan Bambino'yla erken şöhrete kavuştu.1957'de Paris Olympia'nın açılışında Charles Aznavour ile birlikte bulundu ve aynı yıl Gilbert Bécaud'ya vokalistlik yaptı.Daha sonra Türkçe dahil olmak üzere bir sürü dilde şarkılar söyleyen Dalida , dünya turnelerine çıktı.70'lerde Léo Ferré'nin 'Avec le temps' ı, SergeLama'nın 'Je suis malade' ı gibi büyük klasikleri yorumlamaya başladı. 1974 yılında 'il venait d'avoir 18 ans' ve 'Gigi l'amoroso' isimli şarkıları ile dünya çapında ödüller aldı. 1973 yılında ise Alain Delon ile birlikte, o herkesin bildiği efsanevi düet: 'Paroles paroles' u gerçekleştirdi.
Dalida şarkılarını, Fransızca, İtalyanca, Arapça, Almanca, İspanyolca, İbranice, İngilizce, Danca, Japonca ve Yunanca olarak 10 dilde icra etmiştir. Kariyerinde 500 Fransızca şarkı bulunmaktadır. Bunların 200'ü İtalyancaya, 300'ü ise diğer dillere çevrildi. Dünya çapında 150 milyon albüm satmıştır. Aynı zamanda bir sürü ödül kazanan Dalida 55 kez Altın Plak almıştır.



Hayatındaki bu şan ve şöhrete rağmen, kişisel hayatı zorluklarla,dramla ve trajedi ile doludur.1961'de akıl hocası olan Lucien Morisse ile evlenmiştir. Evlilik bir kaç ay sürmüş, Jean Sobieski(Amerikalı Aktris Leelee Sobieski'nin babası) ile ilişkisi başlayınca bitmiştir. 1967'de yeni aşkı olan İtalyan şarkıcı Luigi Tenco intihar etmiş, Dalida da intihara kalkışmıştır. Daha sonra Richard Chanfray ile birlikte gösterişli bir hayat sürdüren Dalida, Chanfray'ın intiharı ile karşı karşıya kalmıştır. Bu acıları es geçip şarkı söylemeye devam eden Dalida kendi anlatımıyla hayatın anlamının küçük olduğunu belirtmiş ve kişiliği geliştirmek için çok zaman harcamıştı. Buna Nepal'a gidip Hinduizm dinini araştırması da dahildir.

3 Mayıs 1987'de Montmartre'daki evinde aşırı dozda uyku ilacı alarak intihar etmiştir.
Şöyle bir not bırakmıştır: Hayat artık çekilmez hale geldi. Beni affedin.
Mezarı Paris'te Montmartre Mezarlığı'ndadır. Mezarında normal haliyle birebir yapılmış bir heykeli bulunmaktadır.
1997'de Montmartre semtinde Girardon ve Abreuvoir caddelerinin köşesindeki meydana büstü konulmuş ve meydanın ismi Dalida Meydanı olmuştur. 2001'de ise Fransız Posta İdaresi adına posta pulu çıkarmıştır.





Dalida’nın söylediği şarkıların Türkçe aranjmanları:

Türk sanatçı, Türkçe aranjmanı, Yabancı orijinali
Alpay Ayrılık Rüzgârı Concerto Pour Une Voix
Alpay Sensizliğimin Şarkısı Aranjuez La Tua Voce
Ay-feri Elveda Şarkılara Et Cetait L’amour
Ayla Algan Gönlümdeki Saraya Salma Ya Salama
Ayten Alpman Ayrıldık Yalnızım Ciao Amore Ciao
Berkant Gönül Ferman Dinlemez Tzigane
Hümeyra Sus Duymasın Ne Lui Dis Pas
Özdemir Erdoğan Matador Les Gitans
Romalı Perihan Görünce Seni Besame Mucho
Selçuk Ural Ay Dede Flamenco
Ajda Pekkan Palavra Parole
Semiramis Pekkan Köy Düğünü Tire L’aiguille
Tanju Okan Aşkı Bulacaksın Gigi L’Amoroso
Zeki Müren Bekleyiş Tire L’Aiguille
Petek Dinçöz Kısmetsizim Flamenco oriental




" Iste Bu Yüzden Sarki Söylüyorum" 
Araliksiz basarilarla dolu 37 yillik sanat yasami boyunca, Dalida bir çok sinema filminin de basrolünde oynadi. Ancak sinema elestirmenlerinden tam not alabilmek için 1986 yilina kadar bekledi. Yusuf Sahin'in yönetmenligini üstlendigi Misir-Fransiz yapimi 'Altinci gün' (Sixieme jour' ) filminin baskahramanini canlandirabilmek için hiç tereddültsüz yaslandirilmasima izin verdi ve son derecede trajik bir hayati canlandirarak sinema severlerin karsisma geçti. Böylelikle Dalida, müzik alanindaki sonsuz basarisini, beyaz perde de kanitlamis oldu. Ancak, bütün o görkemli görüntülerinin altinda tanriçalarin bile ruhlarinda çalkantilar ve kalplerinde yaralar olur. 
Dalida da bu kurala aykiri gelmedi. Trajik kaderlerle beslenen efsane daha en basindan beri harektteydi. Çalisma ve basari dolu bütün bu uzun yillar onu yormus ve bunaltmisti. 
Gün geçtikçe kendini daha da yalniz hissetmeye bas1amisti. Artik o; Röportajlarindan birin de'Sanatta basari1i olabildim, hayatta ise asla!', bir digerinde 'Nasi1 dogacagimi seçemedim, ama nasi1 ölecegimi seçebilirim' diyen inciumis, yarali ve yorgun bir kadindi. Sanat hayati ugrana bir kadin olarak özel hayatini feda etmisti. Ne bir kocasi, ne bir sevgilisi ne de bir çocugu vardi ve de ilerleyen yillar kendilerini yavas yavas hissettirmeye bas1amislardi. 

1983 yilinda 'Bir gün bu sahnelerde ölmek istiyorum' diye haykiriyordu yeni 'hit' parçasinda. Ancak, ölümle sahnede kucaklasmadi...54 yasindayken, 2 Mayis 1987 aksami artik haystin kendisine getirecek hiç bir Seyi kalmadigini düsünerek, Paris'te ki o görkemli evinde alti kutu uyku hapi içerck, bir daha hiç bir zaman uyanmamak üzere uyudu ve ardindan yalnizca kisa bir not birakti: 'Beni affedin! Hayat benim için artik tahammül edilemiyecek bir halde! 
Fransa ve bütün Dünya onun hatirasina saygiyla egildiler... 
1987-2005: Ölümünün ardindan 14 yil sonra, Dalida sanki hala daha aramizda. Orlando'nun piyasaya sürdügü tamamen orkestra teknikleri günümüzle özdeslestirilmis Dalida'nin sarkilarindan olusan 4 c.d satis rekorlari hiriyorlar ve bütün diskoteklerde, radyolarda basi çekiyorlar. Dalida'nin sarkilari; 'Mina Tannenboum','Gazon maudit','Un air de famille' ,' Pédale douce' ,'On connait la chanson','Recto/verso' 'Absolument fabuleux' gibi günümüz Fransiz Sinemasinin en önemli yapitlarinda boy gösteriyorlar. 24 Nisan 1997'de Paris'in Montmartre mahallesindeki bir meydana Dalida'nin adi verildi ve bu meydana Dalida'nin heykeltras 'Alsan' tarafindan yapilmis bir heykeli dikildi. Böylece Dalida, Jeanne d'Arc ve Sarah Bernard ile beraber Paris'e heykeli dikilen üç kadindan biri oldu. 
Kimbilir? Belkide Dalida, daha 1969 yilindaki bir sarkisinda karsiladigi 2005 yilini en dogal sekilde kucaklamak için aramizdan ayrildi ! Sasirtici mi? Tabii ki degil, herseyden önce yildizlar her zaman haklidirlar, özellikle de Misir in kizgin günesinin altinda doganlar daha da güçlü bir sekilde sonsuza dek parlarlar... 



Paris-Kahire Uçai' 1986 Fransa'dan Misir'a dogru uçmakta olan bu uçakta, bir kadin çocukluk rüyasini gerçeklestirmeye hazirlaniyor. 30 yildan daha uzun bir süre, onu dogup büyüdügü sehirden, mahallesinden ayirmisti. Hayallerinden ve güzelliginden baska hiç bir seyi olmayan bir genç kiz olarak ayrildigi Kahire'ye zaferi ve basariyi fazlasiyla elde etmis, mutluluklari ve acilari son dozuna kadar yasamis 'olgun' bir kadin olarak dönüyordu son filmi 'Altinci gün'ü çekmek için...
Dalida'nim kisiligi günümüz müzik dünyasinin halen daha en efsanevi isimlerinden biri olarak yasamaktadir. O,üç kusaga birden hitab edebilmis 30 yildan uzun bir süre zirvede kalmayi basarmis ender sanatçilardandir. Aramizdan ayrilip giderken bize; Her zamanki gibi hiç bir karsilik istemeden binlerce sarki birakti ve sonsuzluga karisarak gitti...






Kahire-Paris UçagI 24 Aralik 1954
Bu uçakta gencecik, efsanevi bir güzellikte, esmer bir kiz hayatinin macerasini yasiyor.
Yer yüzünden kilometrelerce yüksekte; Dogup büyüdügü sehir Kahire ile hayalindeki sehir Paris'in sehir is1klari arasinda ;Doguyla batinin tam ortasinda Yolanda Gigliotti kendini, kafasinda düsledigi hayallere; O saf ama çilginca; basari ve mutlulik arzusuyla dolu hayallere birakiyor. Piramitleri bile yerinden sarsacak bir kararliliga ve azme sahip olan Yolanda sessizce zamanini bekliyor...
"Sen benim alinyazimdin"
17 Ocak 1933 günü Kahire'nin siradan bir mahallesi olan 'Choubra'(Subra) da fakir bir Italyan göçmen ailesi, kizlari 'Yolanda'nin dogumunu kutladilar. I6 yasinda rahibeler okulundaki egitimini tamamlayan Yolanda, bir ithalat-ihracat sirketinde sekreterlige basladi. Bir gün ailesinden gizlice güzellik yarismasina katildi ve birinci seçildi.

Ayni yil sinemaya atildi ve (Bir sigara ve bir bardak) isimli Misir yapimi bir filmde rol aldi. Bu sirada Fransiz bir yönetmenle tanisti ve bu firsatla bir filmde daha rol aldi. Bu filmde genç Yolanda, sürekli sarki söylüyordu sanki asil istikbalinin ses sanatçiliginda olagini bilirmiscesine... Sesinin güzelliginden etkilenen.
24 Aralik I954 günü, simdilik adini 'Dalila' yapan Yolanda hayalindeki sehir Paris'e ulasti.




Küçük bir otel odasina yerlesen Yolanda iki yil boyunca sesini dinletmek için stüdyolari dolasti aldigi cevap hep ayniydi':'Bekleyin, size yazacagiz...' Bu dönemde Bruno Coquatrix ve 'Europe 1 kanali Olympia'da genç yeteneklere ayrilmis bir program düzeuliyorlardi:'Yarinin bir numaralari'. Bildigimiz o efsanevi yasam serüveni için hersey 1956 yilinda basladi', kaderi Eddie Barclay veLucien Morisse'in genç yetenekleri dinlemeye karar vermesiyle belirlendi: Artik Eddie Barclay onun plakçisi', Lucien Morisse ise menajeriydi. Bruno Coquatrix ise ona Fransiz Music-halllerinin kapisini açti. Daha ikinci plaginda 'Dalida' yillardir bekledigi zaferi elde etti; Hit parçasI 'Bambino' bütün radyolarda, televizyoalarda boy gösteriyordu. Bütün Paris ve Fransa : 'Bambino! Bambino! 'sözcükleriyle yankilaniyordu.
Iste bu noktaya gelebilmek için bir yldan fazla zaman gerekmisti, ancak artik zafer onundu ...



" Ciçekler Devri' "
Dalida' olayi ikinci Dünya Savasi sonrasi döneminin en büyük basarilarindan biri sayilabilir. 1956 yilindaki ilk hiti 'Bambino' dan sonra adi tam 55 defa dünya müzik listelerinde birinci sirada yer aldi, 120 000 000 tane albülmü satildi ! Bütü bu basari1arin yaninda bir çok ilki de gerçeklestirdi Dalida: Avrupa'da ilk altin plak,ardindan 'elmas plak' ödülü ona verildi,ilk'fan' kavrami Dalida ile pekisti Fransa' da ilk disko tarzi müzigi Dalida sundu, Paris Spor Sarayi gibi önemli bir sahneyi üç hafta kadar uzun bir süre dolduran tek yildiz 'Dalida' oldu. Basarilari defalarca aldigi altin, elmas(1981) ve bronz plaklarla ödüllendirildi, ayrica 1963 ve 1974 yillarinda olmak üzere iki defa 'Dünya oscarini kazandi. 5 Aralik 1963 te'Paris sehri madalyasini' ve Fransa Cumhuriyeti ödülü nü Charles De Gaulles' ün bizzat elinden aldi Fransa müzik tarihinde hiç bir sanatçinin basaramadigi bir olay... Bu denli büyük basari1arla süslü bir hayat ancak bunun yaninda oldukça hassas ve duygusal bir kadin... Yillar boyunca Dalida hayatinin puzzle ini yapti ve bozdu.





50'li yillar
Oldukça basarili yillardi Dalida için. Ona 'Mademoiselle Juke-box' lakabi takildi Dönemin bütün müzik listelerinin en ön siralarinda, hatta Edith Piaf ve Gilbert Becaud'dan bile ön sirada yer aldi Ayni zamanda özellikle genç kizlar için kendilerini, gözlerine eye-liner sürerek ona benzetmeye çalisiklarii bir 'model' oldu.






60'li yillar
60'li yillara gelindiginde, Dalida repertuarina hareketli, 'twist' tarzi parçalari da ekledi. Johnny Hallyday gibi dönemin bir çok genç sanatçisina o öncü oldu. Bu dönemde Dalida sadece Fransa'da degil, tüm Dünyada taninmis 've ödüller kazanmis bir 'tstar' haline geldi.






70'li yillar Bu dönemde Dalida özel hayatinda bir çok mutsuzlukla karsilasti ve çok aci çekti, ancak sanattaki basarisi hep ayniydi. Artik o; Yalnizligi, askta kaybetmeyi benimsemis 'olgun' bir kadindi. Repertuari da bu ölçüde farklilik kazanmisti. Artik o Léo Ferré'nin 'Avec le temps' ni, SergeLama'nim 'Je suis malade' i gibi büyük klasikleri yorumluyordu. 1974 yilinda 'il venait d'avoir 18 ans' ve'Gigi l'amoroso' isimli sarkilari ile Dünya çapinda öduller aldi. 1973 yilinda ise Alain Delon ile birlikte, o herkesin bildigi efsanevi düet: 'Paroles paroles' u gerçeklestirdi.






1976...1976 yilinda tarzina büyük bir yenilik ekleyerck 'disko' türü parçalari seslendirmeye basladi. (Dalida tarafindan 1976 yilinda seslendirilen 'J'attendrai' ilk Fransiz disko parçasidir) Artik o gösterisli, derin yirtmaçli elbiseleriyle, sahnede saatlerce çilginca dans eden bir 'show-woman' di. 1978 yilinda ise yine bir ilke imzasini atti ve 'Géneration'78' isimli parçasiyla Fransa'da ki ilk video klibi çekmeyi basardi.


1980'li yillar 1980 yilinda Dalida John Travolta'nin dans yönetmeni Lester Wilson ile çalisti ve ayni yil 'Paris Spor Sarayi'(Palais des sports') nda üç hafta sahne aldi. Bu güne dek bu kadar önemli ve büyük bir sahneyi bu denli uzun süre doldurmayi basarmis tek kadim sanatçidir. Bir kaç ay sonra, 1981 yilinda ise Dalida Olympia'da sahne alarak 25. sanat yilini kutladi. Bu dönemde, Dalida ayni zamanda televizyon ekranlarinin da en gözde sanatçilarindan biri oldu. Özellikle Maritie ve Gilbert Carpentier ona bir çok programlarini ayirdilar.

23 Aralık 2011 Cuma

Güneşi Yudumlamak




...
Sarı güneş doluyorsa bardağıma
İsterse görünmesin yıldızlar
Sevdiklerimin gözleri var.

Avniye Baruönü

Ateş


Bir ateşim yanarım, külüm yok dumanım yok 


sen yoksan mekânım belli değil, zamânım yok 


doğarken yakışmış benimsin, tenimsin, silemem 


benim senden başka sığınacak limanım yok. 


Ümit yaşar oğuzcan 

Rondo alla Turca by Mozart



Türk Marşı (özgün adı: Rondo alla Turca) (K. 331), Wolfgang Amadeus Mozart'ın bir bestesidir.
Türklerin Avrupa'da hayranlık uyandırdığı o yıllarda, Mehter Marşı'ndaki ritimden esinlenen Mozart, 11 numaralı la majör piyanosonatı'nın (K. 311) 3'üncü bölümünde "Ronda alla Turca" (Türk Marşı)'nı besteler. Bu beste halen, Türkiye Cumhuriyeti'nin tüm özel davetlerinin yanı sıra, ülke tanıtımında kullanılmaktadır.
Ludwig Van Beethoven'ında Türk Marşı olarak eseri vardır. Turkish March Beethoven (part of Op. 113 No. 4): Die Ruinen von Athen (The Ruins of Athens)

Alıntı:http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk_Mar%C5%9F%C4%B1

21 Aralık 2011 Çarşamba

Across The Universe





Ve tabiki Beatles..Onların yaşama kattıkları ve değiştirdikleri onlarca yaşamın hikayesi.Bir tanesi de benim.İzlediğimde o dünyanın kapısını bizlere aralayan bir film gördüm.Across The Universe.İzleyin,tadın,hissedin..


Kaldırımda Parlayan Elmas : Edith Piaf



Sevgili dostumun tavsiyesiyle soluksuz izlediğim bir filmden 

etkilenerek 

Kaldırım Serçesi Edith  Piaf'tan bahsetmek istiyorum bugün. 

Başlamadan önce, yaşanmışlığının son karelerinde yer almış olan çok 

anlamlı bir şarkısını paylaşmak geldi içimden.




20 Aralık 2011 Salı

Ave Maria


Dinlerken kendimden geçtiğim ,beni benden alıp uzak diyarlara sürükleyen bu şarkıyı dinlemenizi öneririm.


Ave Maria

Ave Maria
Virgin of the sky
Sovereign of thanksgiving and loving mother
Accept the fervent prayer of everybody
Do not refuse
To this lost person of mine, love
Truce in his pain!
My lost soul turns to you
And full of repentment, humbles at your feet
It invokes you and waits for the true peace
That only you can give
Ave Maria
Ave Maria, full of thanksgiving
Maria, full of thanksgiving
Maria, full of thanksgiving
Ave Ave God
Your God
Be blessed among the women
And blessed
And blessed be the product of your womb
Your womb, Jesus.
Ave Maria.

Ayrıca  Dolores O'riordan ve Pavarotti ikilisinin düetide ayrı bir renk oluşturmuş bu şarkı için.

15 Aralık 2011 Perşembe

50 First Dates



İzlediğim en iyi romantik komedilerden biri.Zaten Drew ve  Adam'ın olması bile filmi izlenebilir kılıyor.Düşünsene her sabah yeniden, tanımadan ve karşında.Çok ayrıntıya girmemek en iyisi.İzleyin!

14 Aralık 2011 Çarşamba

Into The Wild

super apple








Amelie








http://tr.wikipedia.org/wiki/Am%C3%A9lie

Acı Baharatlar

"Acı duymak gülmekten iyidir, zira acı insanın yüreğini arıtır. İnsanları diri diri gömercesine kilitleyip çevrelerinde duvarlar örenin ne olduğu bilinmez ama yine de bir takım duvarların, tel örgülerin, demir parmaklıkların varlığı hissedilir. Bütün bunlar bir kuruntu, bir hayal midir? Sanmıyorum. Ve insan kendi kendine sorar; Tanrım bu uzun süreli mi, temelli ve herkes için geçerli olan bir ebediyet midir?"  
Vincent Van Gogh

Melankoli



Hüzünlü bir şarkıda, filmde, hikayede hiçbir kötü yaşanmışlığı olmamasına rağmen acı çekmek…
Hiçbir sebep yokken üzülmek…
Yalnız kalmak istemek ve bu yalnızlıktan da acı duymak…Durduk yerde iç çekip hayallere dalmaktır melankoli.
Melankolik mizaçlı kişiler bu durumun çaresizlikten geldiğini söylese de aslında dikkat çekmek, tüm ilgileri üstüne toplamak için bilinçdışı süreçlerle gelişen bir alarm durumudur. Kişi ilginin kendisi dışındaki şeylere odaklandığını gördüğünde kendisini göstermek için melankolinin arkasına saklanır. Melankoli; yalnız, mutsuz, dünya başına yıkılmış, umutsuz, acıyı iliklerine kadar hisseden insanın durumudur. Bu insanlar toplumdan uzaklaşmak ve yalnız kalmak isterler, yakın ilişkilerden kaçınırlar fakat bundan da mutsuzdurlar. Yalnız oldukları içinde acı çekerler.
Yaşam boş ve anlamsızdır ve en önemlisi kendilerini değersiz bulurlar.
Sürekli yorgun, çaresiz, istemsiz olarak yaşarlar ve niye böyle olduklarını sorgularken tekrar çökkünlüğe düşerler.
Melankolide sevilen bir nesnenin kaybına karşı bir tepki olduğu açıkça görülür. Kaybedilmiş bir nesne vardır ve nesne muhtemelen gerçekte ölmemiştir. Fakat sevilen bir nesne olarak yitirilmiştir. Bir kayıp yaşandığı fark edilir ancak neyin kaybedildiği anlaşılmaz . Kişi melankoliye neden olan kaybın farkında olsa ve kimi kaybettiğini bilse bile kendiiçinde neyi kaybettiğini anlayamaz. Bu durum melankolinin, sevilen bir nesnenin bilinçdışı kaybı ile ilişkili olduğunu göstermektedir.
Örneğin;anne-baba ilgisinin kaybı,tek değerli çocuk olmanın kaybı…
Melankoli de bu bilinmeyen kayıplar egoyu sarsar ve benlik saygısında alışılmadık bir düşüş ve egoda büyük ölçüde bir zayıflama gibi belirtiler sergiler. Melankoli ve yas benzer özellikler taşımaktadır. Fakat yas; gerçek bir kayıptır. Yas durumunda dünya, melankolide ise ego değersiz ve boş hale gelmiştir. Kişi, kendi egosunu değersiz, beceriksiz-başarısız olarak sunar, kendini kınar, kötüler, kovulmayı ve cezalandırılmayı bekler. Kendi kendini alçaltır, ve yakınları ile bunları sık sık paylaşır. Kendisinde herhangi bir değişikliğin olduğunu görmese de eleştirilerini geçmişine de yöneltir ve hiçbir zaman iyi olmadığını ilan eder bu aşağılık sanrıları ile ortaya çıkan tablo uykusuzluk, beslenmeyi reddetme ve her canlıyı hayata bağlayan yaşam içgüdüsünü yok etme ile tamamlanır.
19. yüzyıla bakıldığında tam bir bunalım, huzursuzluk ve çöküntü çağı görülmektedir. Geleceğe karşı, korku ve umutsuzluk hakim olmuş ve çağın insanı karmaşa içinde kendini aramaktadır. Böyle bir ortamda melankoliklerin olması kaçınılmaz bir durumdur. Çaykovski'nin melankolisinde yalnızlık yüzünden umutsuzluğa gömülmüş bir kişiliğin içten gelen haykırışları vardır. Freudçu analizde melankoli, kişinin kayıp nesneyle kurduğu ve daha sonra kendi egosuna yönlendirdiği sevgi-nefret ilişkisi ile belirlenir. Bu ilişki kararsızlık çatışmasıyla karmaşık bir hal alır.
Yani melankolinin tarihsel ve kuramsal gelişimine bakıldığında; melankolik mizaca sahip olmalarının sebebi toplumsal etkiler veya çocukluk dönemi sancıları olabilir. ’Görünmez adam’ rolü ile çocukluk geçirmiş birey artık görünmek ister.
Örneğin beklenmedik bir kardeş, çocuğa rakip olduğunda, çocuk kendisini göstermek için her türlü yolu dener ve başarılı olamazsa hayatı boyunca denemeye devam eder. Melankoli de bu deneme süreçlerinden biri olup insanın mizacına yapışıp kalmıştır. Melankoli, ne olursa olsun cazibesi olan bir üzüntü, arzu edilir bir tını olarak yerleşir benliğe. Çünkü melankoli öyle bir bağımlılıktır ki mutluluğun tek yolu mutsuzluk ile gerçekleşebilmektedir.

Dr. Naz Canabakan

Pişmanlığın Külleri



1969 yazında hikayenin kahramanı olan adam uzun bir seyahate çıkar ve yolu California'dan geçerken dinlenmek için Hotel California'yı bulur... Ufak, sevimli bir oteldir.. Sıcak bi havası vardır... Bir odaya yerleştirirler... Oteldeki ikinci gününde odasının hemen yanındaki odada kalan kızla tanışır, arkadaş olurlar. Birlikte gezmeğe başlarlar. Çok fazla zaman geçmeden birbirlerine aşık olurlar ve tatili Hotel California'da birlikte geçirmeye karar verirler. Çok severler birbirlerini, bütün bir yaz hep beraberdirler. Otelin sıcak insanları, sevimliliği, sadeliği onları çok etkilemiştir. Unutamayacakları bir yaz yaşarlar , bir sevgi yaşarlar. Yazın bitiminde bir karar vermek zorundalardır ayrılık için. Ve şöyle derler: "Eğer bir sene sonra birbirimizi unutmaz ve yine bu kadar çok sevecek olursak, gelecek yazın ilk gününde (tanıştıkları günü kastederek) Otel California'da buluşacağız diye sözleşirler. O zamana kadar birbirlerini hiç aramayacaklardır. ( Bu aşk bir yaz aşkı mı, yoksa gerçek bir aşk mı anlamak için yaparlar bunu) - (eagles hikayenin buıraya kadar olanını yaşadıkları günleri, otelin güzelliğini, kasabanın sadeliğini anlatır şarkısında genel olarak) Tam bir sene geçmiştir. Adam sözleştikleri gibi bir sene sonra otelde buluşmak için yola çıkar. Tanıştıkları ilk gündür o gün, yol uzundur bitmek bilmez adam için ve sonunda California'ya varır. Otelin oraya geldiğinde kapkara bi bina bulur. Otel dün yanmıştır.
Sevdiği adamla buluşmak için bir gün önceden otele gelen kız gece çıkan yangında ölür. Adam otele gelirken sevdiği kızla bir ömür yaşamayı, birlikte olmayı düşünürken, onu bir ömür kaybeder.
Gurubun üyeleri hikayeyi duyduğunda çok etkilenir ve bunun için bir şeyler yazmaya karar verirler...

13 Aralık 2011 Salı

Yolluk


Kimine yollar var dalgasız deniz hüznünde.Kiminde yollar var üç vakte kadar üçü bir yerde.Kimininse yolu var evreni dolaşan, sonu yok olup başı kaybolan.Yollar var gittikçe gidilen,her yokuşta tükenip her kaldırımda yalnızlaşan.Yarin gözlerine giden yollar,geçmişe uzanan koridorlar,karanlığı yarıp geçen ıssız sokaklar,başıboş köpeklere yarenlik eden uçsuz bucaksız tarlalar,yamacında ot bitip sarhoşların yeşerdiği manzaralı yamaçlar,kırlar,kırılanlar,kırıklar,kırıntılar.Gecenin perdesini sonuna değin yırtan güneşin aydınlattığı yollar.Ölüme giden yollar,ölümden dönülen yollar,ölmeden öldüren yollar.Bitmez tükenmez bu yollar.Yollarını yarılayan yolcular,yollarında kaybolan mecnunlar,yollarına güller derenler,yollarını yitirenler,yola gelenler,yoldan çıkanlar,yoluna baş koyanlar,yolunda bir ömür yitirenler.Ve onlar hep aynı yolun yolculuğundalar.Ben sizi tutmayayım.Fazla söze ne hacet, yolcu yolunda gerek.

miyaaww

BU YOL NEREYE GİDER

bir kuğunun boynuna dokunurken…
yol bir yere gitmez
içerde
düz saçlara uğrar
ayak üstü bir akşamüstü
her plansız ürperişin sonu
hüsran
ve hüsran
çok sanat müziği bir kelimedir

yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yol yoluyla gidebilir yare
yoldan çıkabilir apansız
ve ömür bitebilir yoldan önce
ama yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yaşamak
hızlı bir ölme biçimidir
düşünce ışıktan yavaşsa
erken gidilmelidir
gerdan sözcüğüne
bir kuyumcuda da rastlayabilirsin
bir kasapta da
kalbin sızlamaz
bir kuzu yüreğini vitrinde görünce
o bir beslenme biçimidir
ama korkarsın
kurdun sevdiği havadan
ayakkabı yaparsın yılandan

yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
her garantiyi istersin hayattan
oysa ölümle yaşam arası
uzun malum ince bir yol
bir yere gitmez
o bir ölme biçimidir

iyi yolculuklar denmez bir gidene
yapılamaz çünkü
çok yolculuk bir seferde
yolcu denmez her gidene
herkes o yolun taraftarı olmayabilir
hiç bir sürgün
gittiği yolu sevmez mesela

yol bir yere gitmez
o bir susma biçimidir
soğuk bir taşıtın uğultusunda

Yılmaz Erdoğan

Sezgiler ve insan


Dilimde pelesenk ,ruhumu avare eden, güzel ses, güzel sözlere..

Animal Instinct

Suddenly something has happened to me
As I was having my cup of tea
Suddenly I was feeling depressed
I was utterly and totally stressed
Do you know you made me cry
Do you know you made me die
And the thing that gets to me
Is you’ll never really see
And the thing that freaks me out
Is I’ll always be in doubt
It is a lovely thing that we have
It is a lovely thing that we
It is a lovely thing, the animal
The animal instinct
So take my hands and come with me
We will change reality
So take my hands and we will pray
They won’t take you away
They will never make me cry, no
They will never make me die
And the that gets to me
Is you’ll never really see
And the thing that freaks me out
Is I’ll always be in doubt
The animal, the animal, the animal instinct in me
It’s the animal, the animal, the animal instinct in me
It’s the animal, it’s the animal

Dört Ayaklı Akıl





İnsan ne ile yaşar? Hayata bağlanmak,ayakta durabilmek,tüm hırçın rüzgarlarına karşı savaşabilmek inatla..Nedir bunun sebebi? Umudunu yitirmişken insan nasıl soluklanır hayatın dik yamaçlarında.Her nefesin bir anlamı varsa, soruyorum  baksana nedir yaşamak?
Ellerinin uzanabildiği,aklının sınırlarını zorlayabildiği,gücü bitmek tükenmek nedir bilmeyen ucsuz bucaksız dalgaların sürükleyebildiği bir yerde yaşıyor insan umut mevsimini kaybetmeden.Sanki kışta baharı yaşıyormuş gibi,yazda soğuğu çekiyormuş gibi iliklerine dek.İnişleri çıkışları kendini sarıp sarmalayan bir kundaktaymış gibi.İyiliğin kanatlarındaki tozlu hayallere dalıp dalıp cehennemin kazanında uyanıyormuş gibi..Her şeye bir anlam bulmaya çalışırken,anlamını yitiren boş suretlerle yaşamak işte.Toplumun kanayan yarasına lazer çözümlü tedaviler uygulamayı düşünürken ünite ünite kanların suretlerinden boşaldığını hissetmiyorlar sanki.Her şey natüralist perdelerin arkasından olağan bir şeymiş gibi sürdürülmeye çalışılırken ifadelerle dolu kadehler yudumlanmakta, samimiyetten uzak çevrelerde.Diğerleri buna nezaket deyip ortamın büyüsünü bozmamak amacıyla yaşamakta.Yahut yaşadığını anımsatmakta kendine, onların büyüsünü soluklanıp nefes diye.Halbuki her şeye rağmen has olanların,özü aramak arzusu içinde yanıp kavrulanların,yaşadığı büyü tutmakta bu dünyayı ayakta.Sessiz yüreklerin kavruk kokusu sarmalayıp uyandırmasa bizi aşkın aşk olduğunu nereden öğrenecektik.Bir leyla yolunda mecnun olmadan ifadelerimizin silinmeyeceğini aslında ne bilecektik.Cesaret zırhını alıp sürüklenmeden yollarında acının, dünyayı tatmaktan pelteleşmiş dilimle hissetmeden şarabını yaşamaya yaşamak denir mi?
Bitmeyi bilmeyen bir türkü dolanıyor bu aralar dilimde.Gece uykumda söylediğim,gündüz tekrarını dinlediğim.Bir şey var adını koyamadığım kalbimde.Bazen çırpındıkça seslerinin yankısını duyduğum kelepçelerinin.Beni hayata bağlayan bir şey var orda.İstesem duyacakmışım gibi,soluklasam ölecekmişim gibi.. 


miyaaww

Boslukta Salınım


Sistemin gerçeği budur : Hergün biri doğar ve biri ölür.Yaşam döngüsünün bitmek tükenmek bilmez sonsuzluğuna yolculuktur bu.Yeni gelen her şey eskir,solar,çürür.Bir sona mahkumdur aslında her yeni.İçindeki umutla baslar yolculuğuna sanki hep orda olacakmış gibi.Bir nevi doğrudur da.Evren hiç bir şeyi çarçur etmez.Arta kalanlarla bir sonraki güne yeni bir şeyler oluşturur.Yağmur yağar ,damlalar birleşir ,denizler buharlaşır, yağmur yağar ,insan doğar,insan ölür,insan çürür ,ağaç yeşerir,insan yer..Yasamak var,yasarken ne yasadığını bilmek var işte geriye kalan sadece bu. Mutluluklar,gözyaşları,acılar,özlemler,farkındalıklar...Gökyüzüne bakarken aslında farklı şeyleri görmüş olan farklı insanlar.Bir kuşa bakarken düşünülenler, yaşanılanlardan ötürü bakış açılarının yansıması olaya.Kiminin kalbinde merhamet,kimininse soğuk taş duvarlar.Tozlu anıların arasından yükselen kahkahalar belki,yada hüznün çığlıkları.Bir babanın elinden tutup kuşlara yem atan çocuk vardır cami avlusunda.Ötekinde, sevdiğinin omzuna dayanmış bir adamın yanında ötüşüp duran bir kuş.Berikinde en sevdiği kuşu cereyandan ötürü ölmüş bir kız çocuğu.Hep vardır o kuş orda.Hepsi aynı gökyüzüne bakarlar ve gördükleri aynı kuş değildir.Kuş kanatlarını açar ve özgürlüğünün tadını çıkarırcasına uçar gökyüzünde.Tek bildiği uçmak.Birininki kaçmak,ötekininki pişmanlık,berikininki hüzün.


miyaaww

Uyku


Bazen ağlamak isteyip de gözlerimden yaşların akmadığı zamanlar olur.Ruhumu küçük bir odada kapana kıstırmışlar gibi hissederim o zamanlar.İçimde oluşan boşluklar birbirine doğru hızla ilerler ve çarpışmalara sebep olurlar.Ya da Big Bang gibi olabildiğince genişlemeye devam ederler. Duygularımı adlandıramadığım zamanlardır. Ne hissettiğimi yada ne hissedeceğimi bilemediğim.Ama nedense uyanınca unutacağım bir durum olur genellikle.İstisnai olarak birkaç güne yayılabilirler.Canım hiç bir şey yapmak istemez ve istememezlik durumu benliğimi sarar.Sanki havada askıya alınmış bir varlık olarak orada bir süre kalmanın benim görevim olduğunu bilircesine orada öyle durmak.Bu haleti ruhaniyenin sebebi olarak birkaç şey öne sürebilirim.Tam olarak emin olamamakla birlikte listedeki durumlar şöyle;
*Faydasız bir insan olduğun hissinin bilinçte ağırlaştırılması,
*Son zamanlarda yaşadığın travmatik olayların etkisi,
*Kullandığın ilaçlar,
*Yaşama olan tutkunun eksilmesi yada umudunu yitirmek üzere olman,
*Uykunun gelme halinde olması ve buna karşı direnmen,
*Okuduğun,izlediğin kısacası uğraştığın herhangi bir şeyin sona ermesi,
*Yapacak bir işin olmaması.
Listedeki maddeleri gözden geçirdiğinde aslında başlangıç ve bitiş noktaları arasındaki benzerlik gözle görülür bir biçimde belirgindir.Zaman zaman insanın iç yolculuğa çıkarak kendi dünyasının isyancılarıyla oturup anlaşma imzalamasının zamanının geldiğini gösterir.Ya da nerde hata yaptım gibi klişe ama ihtiyaca binaen sorulmasının zorunlu kılındığı soruların zamanıdır.Bunları düşünmek yada bu tarzdaki soruları o vakitte cevaplamak olabildiğince zor ve anlamsız gelmesine karşı insana bir meşguliyet verdiğini varsayarsak bu durumdan kurtulma olasılığını yükseltmiş olabiliriz.Can sıkıntısıyla birebir çalışan bu durumdan kurtulmanın aslında en iyi yolu temiz hava,kalabalık ortamlarda bulunma,bilgisayar oyunları,komedi filmleri tarzındaki duyguların yönlerini değiştirme gücüne sahip yönlendiricilerdir.Bunlarda işe yaramıyorsa iyi bir uyku çekilebilir.Benim durumumda işe yarayan en son saydığım uykuya balıklama atlama yöntemidir.Vikipedi uykuya balıklama atlamamın işe yaracağını onaylamış ve şunları söylemektedir.” Uyku aynı zamanda hafızanın yeniden yapılandırılması ve psikolojik yenilenme için gereklidir.”.Sırf bu yüzden bazen bir reset tuşumun olmadığına hayıflanmıyor değilim açıkçası.Takıldığım yerlerde yeniden başlangıç yapabilmemi sağlayabilirdi.Aslında içimden bunun bir kaçış yolu olduğunu geçiriyordum.Farkettim ki benim istediğim sadece toplu iğnenin ucuyla açılabilen küçük bir tuş.Kapatılmak için kullanıldıktan sonra ikinci defa basılana kadar açılmayan bir power tuşu değil.Bitkisel hayatta bulunan insanların fişlerinin çekilmesi gibi.Sigortaların atıp devrelerin bozulana kadar ecelin gelmemişse insan iradesi tarafından basılarak hayata gözlerini yummakla eş değer olurdu, evet.Bilgisayarların gittikçe daha fazla insani özellik taşımasına bir gönderme olsun bu da. Bunalım ailesinin yerleşip hüküm sürdüğü tozlu ve çorak bir ruhun anlatmak istediği tek şey birkaç cümle.Necip Fazıl’a kulak verelim bakın ne güzel demiş;
İki yıldız arası göğe asılı hamak...
Uyku, uyku... Zamansız ve mekansız, uyumak.



miyaaww

Çocuk



Çocukluğumun geçtiği yıllarda herşey şimdi olduğundan daha farklıydı.Umursamaz,gelecek için umutlu,aslında monoton süregelen ve benim bu monotonluktan zevk aldığım zamanlardı.Kurulu saatler gibi erkenden uyur ve erkenden kalkardım.Biyolojik saatim çok iyi işlerdi ve sabahın ilk ışıklarıyla yayına giren çizgi filmleri hiç kaçırmazdım.Açlık nedir farkında olmadan,annem uyanana kadar çizgi film izler,mutfaktan gelen müthiş kokular üzerine algılarım harekete geçer ama yinede çizgi filmin başından kalkmak istemezdim.Sonuc olarak kahvaltımı aceleyle bir tepsiye yığıp okula gidene kadar ki vaktimi televizyon başında geçirirdim.Biz çocuklar için var olan tek özel saatti sabahın erken saatleri.Çünkü öğle vakti okul vardı.Daha sonra arkadaşlarla dışarıda oynamalıydık.Ve gün batımına doğru baba eve gelir, televizyon hakimiyetini sağlar ve çocuk ders çalışmak üzere odasına doğru yol alırdı.Bu durumu sadece pazar akşamları yayınlanan, parlement pazar gecesi sinema kuşağındaki aile filmleri ve bayram günlerinde yayınlanan eğlence programları bozardı.Bütün aile bireyleri televizyon başına toplanır, demlenen çaylar yanında çekirdek, durumu iyi bir ailedeyse kola ve cipsle eşlik edilirdi.Parlement sinema kuşağının reklamlardan sonraki giriş müziğini yıllarca unutamadık.O zamanlar sigara reklamlarına yasak yoktu ve aslında çoğumuz o reklamın sigara reklamı olduğundan bihaber, sadece ordaki kadının elbisesinin rengine takılıp kalarak izlemeye devam ettik heyecanla.Genelde başrolünü küçük bir çocuğun oynadığı ve komedi içerikli fimlerin revaçta olduğu zamanlardı.Evde tek başına serisinden tutunda Richie rich'e kadar benzeri bir sürü film kalmıştır aklımda.O zamanlar bize çok kaliteli ve lüks görünen yaşamları hayallerimizle süsler,geceleri uykuya dalarken onları düşlerdik.Bunun tam tersi olduğu zamanlarda olurdu.Bir keresinde babam ve annem komşuya oturmaya gitmişlerdi.O gece pazar sineması kuşağında Chuckie adlı bir film vardı.Güzel bir film olduğunu düşünüp evde kalmak için yalvarmıştım.Verilen onayla heyecan içerisinde televizyonun başına geçtim.Filmi sonuna kadar soluksuz izledikten sonra aklıma odamda yatağımın üzerinde oturan ve o zamanların en popüler bebeklerinden olup lahana bebek diye adlandırılan ve tıpatıp chuckie adlı katil bebeğin yansıması olan oyuncağım aklıma geldi.Evimizin uzun bir koridoru vardı.Ben geceleri uyandığımda o koridoru geçip mutfağa gitmek bana sanki mario oyunundaki bol tuzaklı yollardan atlayıp sonuca ulaşmak kadar zor görünürdü.Önce odamdaki ışığı açar,daha sonra odamın karşısındaki banyonun ışığını ve koridor boyunca ışığını yakabileceğim ne kadar oda varsa onların ışığını yaktıktan sonra güvenli bir şekilde mutfağa ulaşırdım.Dönüş yolundaysa tekrar koşuşturmalar içerisinde açtığım ışıkları kapatıp karanlıkları ardımda bırakarak odama geri dönerdim.Bu çok yorucuydu.İşte o gece koridorun en sonunda bulunan oturma odasındaki hislerimi anlatabilmem bu kadar zordu.Özellikle odamda bulunan Chuckie versiyonlarından birini hesaba katarsak...O kadar meyve suyunu içip de oturma odasında sıkışıp kalmak dehşet verici bir şey olsada annemleri beklemeye karar vermiştim.Geldiklerindeyse ilk iş, her gece sarılarak uyuduğum o canavarı annemlerin gardrobuna hapsetmek olmuştu.O günden sonra annemlerin gardrobuna bir kaç kez ziyarette bulunduğumu hatırlıyorum.Orda olup olmadığını kontrol etmek için tabikide.Chuckie'nin dışında yine etkilendiğim ve yıllarca denizden korkmamı sağlayan başka bir canavarsa Jaws'tı.İlk izlediğim zaman, etkisinin bu kadar uzun soluklu olacağını bilmiyordum tabi.Köpekbalıklarına karşı bütün kuşağımda inanılmaz bir korku başlatmıştı o film.Geceleri uyumaya çalışırken ayaklarımı ve kollarımı yorganın altına sokarak,yataktan sarkmadıklarına emin olurdum.Çünkü ben bir salda olabilirdim ve ayaklarım suya değiyor olabilirdi.Böyle birşey olamazdı tabikide ama hayal dünyasındaydık ve o dünyanın sınırları yoktu.Korkmak için illa bir filmden etkilenmemizde gerekmezdi zaten.Kendi kendimize oluşturduğumuz kapı askısında bulunan kıyafetlerden canavarlar da bizi gece uyutmamaya yeterdi.Yada mutfaktan geldiğini sandığımız tıkırtılar.Dediğim gibi hayal gücümüzün durmaya hiç niyeti olmadığı zamanlardı.O zamanları özlüyorum.Elimizde pahalı oyuncaklarımız olmamasına rağmen deliler gibi eğlenirdik.Kahkahalarımız hiç eksik olmazdı bulunduğumuz ortamlarda.Şimdilerdeyse gergin, sinirli, yorgun, hayattan bezmiş küçük çocuklar, en güzel evler ve en güzel oyuncaklar içersinde akşama kadar bilgisayar başında yada televizyonda kendileri için yapılmamış onlarca diziden birinde yolculuk yapmaktalar.Hayal gücü sadece görebildikleri alanlar içerisinde.Hayatlar, önyargıya açık,magazinlerde yönlendirilen diyaloglarda, klişe dizilerin reyting kavgalarında,tartışma programlarının sonsuz döngüsünde,senaristi tarafından çoktan yazılmış ve yönetmeni tarafından çekilmekte.İster çocuk ol ister yetişkin.Kendine vitrinlerden bir yaşam beğen.Ve kredi kartına bol bol taksitlerle,üstelik bankada hediye taksit veriyor,satın al ve yaşa.İşte bu kadar basit.Yorma kendini,okuma, yazma,konuşma ve düşünme.Senin yerine yapanlar var.Bu hengamede olan ve bitenden en çok üzüldüğüm çocuklar.Çünkü onlar benim çocukluğumun bahçesine gidemediler.Hepsi bilgisayar başındayken uyuyakaldılar ve unutuldular.


miyaaww


Çocukluk


Affan Dede'ye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var,ne adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiçbir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.


Bu bahar havası,bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!


Cahit Sıtkı TARANCI







İzleyiciler