13 Aralık 2011 Salı

Çocuk



Çocukluğumun geçtiği yıllarda herşey şimdi olduğundan daha farklıydı.Umursamaz,gelecek için umutlu,aslında monoton süregelen ve benim bu monotonluktan zevk aldığım zamanlardı.Kurulu saatler gibi erkenden uyur ve erkenden kalkardım.Biyolojik saatim çok iyi işlerdi ve sabahın ilk ışıklarıyla yayına giren çizgi filmleri hiç kaçırmazdım.Açlık nedir farkında olmadan,annem uyanana kadar çizgi film izler,mutfaktan gelen müthiş kokular üzerine algılarım harekete geçer ama yinede çizgi filmin başından kalkmak istemezdim.Sonuc olarak kahvaltımı aceleyle bir tepsiye yığıp okula gidene kadar ki vaktimi televizyon başında geçirirdim.Biz çocuklar için var olan tek özel saatti sabahın erken saatleri.Çünkü öğle vakti okul vardı.Daha sonra arkadaşlarla dışarıda oynamalıydık.Ve gün batımına doğru baba eve gelir, televizyon hakimiyetini sağlar ve çocuk ders çalışmak üzere odasına doğru yol alırdı.Bu durumu sadece pazar akşamları yayınlanan, parlement pazar gecesi sinema kuşağındaki aile filmleri ve bayram günlerinde yayınlanan eğlence programları bozardı.Bütün aile bireyleri televizyon başına toplanır, demlenen çaylar yanında çekirdek, durumu iyi bir ailedeyse kola ve cipsle eşlik edilirdi.Parlement sinema kuşağının reklamlardan sonraki giriş müziğini yıllarca unutamadık.O zamanlar sigara reklamlarına yasak yoktu ve aslında çoğumuz o reklamın sigara reklamı olduğundan bihaber, sadece ordaki kadının elbisesinin rengine takılıp kalarak izlemeye devam ettik heyecanla.Genelde başrolünü küçük bir çocuğun oynadığı ve komedi içerikli fimlerin revaçta olduğu zamanlardı.Evde tek başına serisinden tutunda Richie rich'e kadar benzeri bir sürü film kalmıştır aklımda.O zamanlar bize çok kaliteli ve lüks görünen yaşamları hayallerimizle süsler,geceleri uykuya dalarken onları düşlerdik.Bunun tam tersi olduğu zamanlarda olurdu.Bir keresinde babam ve annem komşuya oturmaya gitmişlerdi.O gece pazar sineması kuşağında Chuckie adlı bir film vardı.Güzel bir film olduğunu düşünüp evde kalmak için yalvarmıştım.Verilen onayla heyecan içerisinde televizyonun başına geçtim.Filmi sonuna kadar soluksuz izledikten sonra aklıma odamda yatağımın üzerinde oturan ve o zamanların en popüler bebeklerinden olup lahana bebek diye adlandırılan ve tıpatıp chuckie adlı katil bebeğin yansıması olan oyuncağım aklıma geldi.Evimizin uzun bir koridoru vardı.Ben geceleri uyandığımda o koridoru geçip mutfağa gitmek bana sanki mario oyunundaki bol tuzaklı yollardan atlayıp sonuca ulaşmak kadar zor görünürdü.Önce odamdaki ışığı açar,daha sonra odamın karşısındaki banyonun ışığını ve koridor boyunca ışığını yakabileceğim ne kadar oda varsa onların ışığını yaktıktan sonra güvenli bir şekilde mutfağa ulaşırdım.Dönüş yolundaysa tekrar koşuşturmalar içerisinde açtığım ışıkları kapatıp karanlıkları ardımda bırakarak odama geri dönerdim.Bu çok yorucuydu.İşte o gece koridorun en sonunda bulunan oturma odasındaki hislerimi anlatabilmem bu kadar zordu.Özellikle odamda bulunan Chuckie versiyonlarından birini hesaba katarsak...O kadar meyve suyunu içip de oturma odasında sıkışıp kalmak dehşet verici bir şey olsada annemleri beklemeye karar vermiştim.Geldiklerindeyse ilk iş, her gece sarılarak uyuduğum o canavarı annemlerin gardrobuna hapsetmek olmuştu.O günden sonra annemlerin gardrobuna bir kaç kez ziyarette bulunduğumu hatırlıyorum.Orda olup olmadığını kontrol etmek için tabikide.Chuckie'nin dışında yine etkilendiğim ve yıllarca denizden korkmamı sağlayan başka bir canavarsa Jaws'tı.İlk izlediğim zaman, etkisinin bu kadar uzun soluklu olacağını bilmiyordum tabi.Köpekbalıklarına karşı bütün kuşağımda inanılmaz bir korku başlatmıştı o film.Geceleri uyumaya çalışırken ayaklarımı ve kollarımı yorganın altına sokarak,yataktan sarkmadıklarına emin olurdum.Çünkü ben bir salda olabilirdim ve ayaklarım suya değiyor olabilirdi.Böyle birşey olamazdı tabikide ama hayal dünyasındaydık ve o dünyanın sınırları yoktu.Korkmak için illa bir filmden etkilenmemizde gerekmezdi zaten.Kendi kendimize oluşturduğumuz kapı askısında bulunan kıyafetlerden canavarlar da bizi gece uyutmamaya yeterdi.Yada mutfaktan geldiğini sandığımız tıkırtılar.Dediğim gibi hayal gücümüzün durmaya hiç niyeti olmadığı zamanlardı.O zamanları özlüyorum.Elimizde pahalı oyuncaklarımız olmamasına rağmen deliler gibi eğlenirdik.Kahkahalarımız hiç eksik olmazdı bulunduğumuz ortamlarda.Şimdilerdeyse gergin, sinirli, yorgun, hayattan bezmiş küçük çocuklar, en güzel evler ve en güzel oyuncaklar içersinde akşama kadar bilgisayar başında yada televizyonda kendileri için yapılmamış onlarca diziden birinde yolculuk yapmaktalar.Hayal gücü sadece görebildikleri alanlar içerisinde.Hayatlar, önyargıya açık,magazinlerde yönlendirilen diyaloglarda, klişe dizilerin reyting kavgalarında,tartışma programlarının sonsuz döngüsünde,senaristi tarafından çoktan yazılmış ve yönetmeni tarafından çekilmekte.İster çocuk ol ister yetişkin.Kendine vitrinlerden bir yaşam beğen.Ve kredi kartına bol bol taksitlerle,üstelik bankada hediye taksit veriyor,satın al ve yaşa.İşte bu kadar basit.Yorma kendini,okuma, yazma,konuşma ve düşünme.Senin yerine yapanlar var.Bu hengamede olan ve bitenden en çok üzüldüğüm çocuklar.Çünkü onlar benim çocukluğumun bahçesine gidemediler.Hepsi bilgisayar başındayken uyuyakaldılar ve unutuldular.


miyaaww


Çocukluk


Affan Dede'ye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var,ne adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiçbir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.


Bu bahar havası,bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!


Cahit Sıtkı TARANCI







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İzleyiciler