Sevgili dostumun tavsiyesiyle soluksuz izlediğim bir filmden
etkilenerek
Kaldırım Serçesi Edith Piaf'tan bahsetmek istiyorum bugün.
Başlamadan önce, yaşanmışlığının son karelerinde yer almış olan çok
anlamlı bir şarkısını paylaşmak geldi içimden.
Non rene regrette rien
non, rien de rien, non, je ne regrette rien
ni le bien quon ma fait, ni le mal
tout ca mest bien egal
non, rien de rien, non, je ne regrette rien
cest paye, balaye, oublie, je me fous du passe
avec mes souvenirs jai allume le feu
mes shagrins, mes plaisirs,
je nai plus besoin deux
balaye les amours avec leurs tremolos
balaye pour toujours
je reparas a zero
non, rien de rien, non, je ne regrette rien
ni le bien quon ma fait, ni le mal
tout ca mest bien egal
non, rien de rien, non, je ne regrette rien
car ma vie, car me joies
aujourdhui ca commence avec toi *
Türkçesi
hayır, hiç, ama hiçbir şeyden
hayır, hiçbir şeyden pişman değilim
bana yapılmış iyilikler ve kötülüklerin
hepsi aynı bana
hayır, hiç, ama hiçbir şeyden
hayır, hiçbir şeyden pişman değilim
ödendi, süpürüldü, unutuldu.
geçmişten bana ne!
anılarımı yaktım gitti
artık acı ve zevklerime ihtiyacım yok
aşklarımı tremololarıyla beraber süpürüp attım
sonzusa kadar sildim:
elde var sıfır.
hayır, hiç, ama hiçbir şeyden
hayır, hiçbir şeyden pişman değilim
bana yapılmış iyilikler ve kötülüklerin
hepsi aynı bana
hayır, hiç, ama hiçbir şeyden
hayır, hiçbir şeyden pişman değilim
çünkü yaşamım,
çünkü zevklerim
seninle başlıyor bugün.
1915’in aralık ayında Belleville’de Edith Giovanna Gassion adında
bir kız doğar.
Annesi küçük yaşta terkeder onu, bir kız çocuğu için olabilecek en
ağır şeydir belki de.
Babası ise bir süre küçük édith'i genel eve bırakır. Bu arada
rahatsızlanıp kör olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. 17
yaşında ilk ve tek çocuğunu doğurur ancak kader ya! édith'e
gülmüyordu. Kızını 2 yaşındayken kaybeder ve öldüğünde cenazesini
kaldıracak parası dahi yoktur.
Kızını kaybetmesiyle de bedenini çürütüp çökerten içkiye başlar:
“ Gerçek anlamda içmeye kızımı o kapkara deliğe sokmalarından
sonra başladım. Bir meyhaneye gittim ve soluk bile almadan içtim.
Sabahın erken saatlerinde kendime geldiğimde, alkolün her türlü
acıyı azalttığını ve unutmaya yardımcı olduğunu fark edip yeniden
içmeye koyulmuştum. Bu bana hiç de olağan dışı bir davranış gibi
gelmiyordu. Benim doğduğum yerde herkes içerdi. Anneannem bana
küçükken her sabah bir şişe şarap ve biraz su verirdi. ... İçmenin
unutturduğunu keşfettiğim gün, hayatın umutsuzluğunun uçsuz bucaksız
derinliğinde kayboluvermiştim. Alkol bir mucize gibiydi ama
şeytanın mucizesi.” (s. 87-88)
ve son röportajında şöyle der:
- Bir kadına öğüt verecek olsaydınız, bu ne olurdu?
- Sev.
- Bir genç kıza?
- Sev.
- Peki bir çocuğa?
- Sev.
Edith Piaf'ın yattığı mezarlık dünyanın en çok ziyaret edilen
mezarlıklarından biridir (Cimetiére du Pére Lachaise) .Burada Piaf
dışında Jim Morrison, Balzac, Oscar Wilde, Moliere,Yves Montand
gibi ünlü insanlar da yer alıyor.Bu mezarlığın Türk misafirleri de
vardır, Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya.
Sonja Henie, Marcel Cerdan & Edith Piaf
"Çok hayat yaşadım ve çok erkekle birlikte oldum,ama hiçbir zaman
mutlu olmadım..."
Edith PİAF
Yves Montand
1944'te Paris'te Édith Piaf tarafından keşfedildi. Piaf onun için hem bir yol gösterici hem de sevgili oldu. 1945'te Batling Joe ile ünlendi, bir sene sonra Piaf, Montand'ı terketti.
Edith Piaf and Django Reinhardt
Marcel Bonnel, Jacques Pils, Robert et Monique Chauvigny
Edith kendini değiştiren olayı anlatıyor;
"….Ayrılışımızdan kısa bir süre sonraydı. O zamanlar dans edilen
bir lokalde bir bal musette' de, Pigalle Meydanı' ndaki "Le
Tourbillon"da çalışıyordum. Orada her işten birazcık yapıyordum:
şarkı söylüyor, bardakları yıkıyor ve ortalığı süpürüyordum. Bir
gece P' tit Louis'in (eski eşi) geldiğini söylediler. Rengi sararmıştı ve
mırıldanıyordu: "Marcelle (kızımız) ağır hastalandı. Menenjit...
Çocuk hastanesinde yatıyor... Ümit kesildi!"
O dönemde bu tür hastalıkları tedavi etmek çok zordu. Hastaya
ponksiyon uygulanır ve dokuz gün beklenirdi. Hasta bu süreyi
atlatırsa iyileşirdi. Atlatamazsa... Sekiz gün boyunca bir mucize
olması için dua ettim. Dokuzuncu gün, içimi kötü bir his
kapladığından Belleville' deki otelden hastaneye kadar yalınayak
yürüdüm. Cebimde bir tek sou (kuruş) bile yoktu. Marcelle' in yanına
yanaştım. Yaşlı ve güler yüzlü bir hemşire "Kendine geldi! Ateşi de
düşmeye başlıyor! Sanırım hastalığı atlattı!" dedi. Usulca küçük
kızımın yanına sokuldum. Marcelle, mavi gözlerini sonuna kadar
açmış ve beni hastalığa tutulduğundan bu yana ilk defa tanımıştı.
"Anne, gel yanıma, beni bırakma!" dedi. Ağlayıp yanağına öpücükler
kondurdum.
Sabah beşe kadar yanında kaldım ama daha sonra ayrılmak
zorundaydım. Öğleyin P'tit Louis' le birlikte geri döndüm.
Mutluydum, çünkü kabusun sona erdiğini sanıyordum. Ama Marcelle
ölmüştü... Ne P'tit Louis' de ne de bende küçük bir çelenk almak için
para vardı. Suskunca ayrıldık. Ben Place Pigalle' ye geri döndüm.
Kahrolmuştum. Bir ara çalıştığım yerde konsomatrislik yapan
kadınlardan biri yanıma yaklaştı ve "Kafanı boşuna yorma.
Göreceksin, gerekli olan parayı bir şekilde toparlayacağız" dedi.
Çocuğumun toprağa verilmesi için gerekli olan para bir yana,
cebimde bir bardak su bile alabilecek kadar para yoktu. Ama en az
benim kadar fakir olan erkek ve kız arkadaşlarım, ellerinden
geldiğince yardım ettiler. Buna rağmen halen on frank eksiğim vardı.
Saat sabahın dördüydü. Üzerimde çok büyük duran ve kolu yamalı
olan mantomu giyip karanlığın ortasına daldım. Marcelle' i
düşünüyordum; şanssızlığımı ve halen eksik olan on frankı.
Kendimi sokaklarda ağır ağır sürüyordum. Birden arkamdan biri
"Hey bebek!" diye seslendi. "Benimle biraz eğlenmek için ne
istersin?" İri yapılı bir adam alaylı alaylı sırıtıyordu. Beni sokak
kızlarıyla karıştırmıştı. Yoksa onu tokatlar ve küfrederdim! Ama
ümitsizliğin ve çaresizliğin etrafımı sardığı bu gecede
yapamayacağım hiçbir şey yoktu. Bu nedenle daha önce de
bahsettiğim bu yabancıya "On frank!" dedim. Beni hemen kolumdan
tutup küçük bir otele götürdü. Otel sahibinden odamızın numarasını
öğrendikten sonra merdivenleri çıktı. Kendi kendime: "Bu imkansız!
Böyle bir şey yapamazsın!" diyordum.Odaya girdikten sonra yabancı
önümde durdu ve sırıtarak, "Al, sana on frankı peşin vereyim" dedi.
Parayı masanın üzerine koydu. Daha sonra tekrar bana döndü.
Ellerini omuzlarıma koyduğunda, bu iri yapılı adamla kendime olan
saygımı yitirmeden başa çıkamayacağımı anladım.
Yabancı bana soğuk bir bakış fırlattı. "Daha ne bekliyorsun?" diye
sordu. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya ve ona hikayemi anlatmaya
başladım: çocuğumun ölümünü, toprağa verilmesi için gerekli olan
eksik on frankı... Bana acıdığını ve gitmeme izin vereceğini
anlamıştım. Omuzlarını silkti ve kısık bir sesle, "Git bebeğim!" dedi.
"Hayat her zaman insana gülümsemiyor, öyle değil mi?"
İşte, bugüne kadar darda kalanlara en ufak bir karşılık bile
beklemeden yardım etmemin asıl nedeni bu adamdır. Peki, bu adam
bana bir fahişe gibi davranmış olsaydı... Belki de bugün birçok
insanın vücudunu, bir çoğunun da ruhunu son anda kurtaran biri
olmayacaktım. Bugün dahi, bana başkalarına yardım etme duygusunu
sağlayan bu insana minnettarım. Bana hayatta hiçbir şey, karşılık
almadan yardım etme duygusu kadar temiz ve yüce bir mutluluk
vermemiştir."
(Kaynak: Hayatım, Edith Piaf, Arion Yayınları)
La Vie En Rose
Cesaretin Var Mı Aşka? (Jeux d'enfants), Er Ryan'ı Kurtarmak
(Saving Private Ryan), Aşkta Herşey Mümkün (Something' s Gotta
Give) filmlerinde de dinleme şansı yakaladığımız bu parçanın
Türkçe çevirisi şöyle:
Bakışlarımı düşüren gözler,
Dudaklarında kaybolan o gülüş,
İşte su katılmamış portresi ait olduğum adamın...
Kollarına aldığında beni,
Sessizce bir şeyler fısıldadığında,
Ah ne denli pembe görüyorum hayatı...
Aşk sözcükleri söylüyor bana her zamankinden...
Ve bir şeyler oluyor sonra bana...
Giriverdi işte kalbime mutluluğumun ortağı,
Sebebini bildiğim...
"Benimsin sen" dedi, bense onun yaşam boyu...
Söyledi bunu bana, hatta yeminler etti hayatı üstüne...
Ve onu gördüğüm ilk andan bu yana hissediyorum,
Deli gibi çarpan bu yüreği,
Hiç bitmeyen aşk gecelerini,
Yerini bulan yüce bir mutluluk,
Sorunlar, yaslar, evreler...
Mutlu yine de, ölümüne mutlu...
Kollarına aldığında beni,
Sessizce bir şeyler fısıldadığında,
Ah ne denli pembe görüyorum hayatı...
Aşk sözcükleri söylüyor bana her zamankinden...
Ve bir şeyler oluyor sonra bana...
Giriverdi işte kalbime mutluluğumun ortağı,
Sebebini bildiğim...
"Benimsin sen" dedi,bense onun yaşam boyu...
Söyledi bunu bana, hatta hayatı üstüne yeminler etti.
Ve onu gördüğüm ilk andan bu yana hissediyorum,
Deli gibi çarpan bu yüreği...
Edith Piaf ve Marlene Dietrich
Edith Piaf ve Marlene Dietrich,1952
Edith Piaf ve Marlene Dietrich
Edith Piaf ve Marlene Dietrich
Edith Piaf ve Marlene Dietrich
Marlene at the wedding of Edith Piaf
Edith kendini değiştiren olayı anlatıyor;
"….Ayrılışımızdan kısa bir süre sonraydı. O zamanlar dans edilen
bir lokalde bir bal musette' de, Pigalle Meydanı' ndaki "Le
Tourbillon"da çalışıyordum. Orada her işten birazcık yapıyordum:
şarkı söylüyor, bardakları yıkıyor ve ortalığı süpürüyordum. Bir
gece P' tit Louis'in (eski eşi) geldiğini söylediler. Rengi sararmıştı ve
mırıldanıyordu: "Marcelle (kızımız) ağır hastalandı. Menenjit...
Çocuk hastanesinde yatıyor... Ümit kesildi!"
O dönemde bu tür hastalıkları tedavi etmek çok zordu. Hastaya
ponksiyon uygulanır ve dokuz gün beklenirdi. Hasta bu süreyi
atlatırsa iyileşirdi. Atlatamazsa... Sekiz gün boyunca bir mucize
olması için dua ettim. Dokuzuncu gün, içimi kötü bir his
kapladığından Belleville' deki otelden hastaneye kadar yalınayak
yürüdüm. Cebimde bir tek sou (kuruş) bile yoktu. Marcelle' in yanına
yanaştım. Yaşlı ve güler yüzlü bir hemşire "Kendine geldi! Ateşi de
düşmeye başlıyor! Sanırım hastalığı atlattı!" dedi. Usulca küçük
kızımın yanına sokuldum. Marcelle, mavi gözlerini sonuna kadar
açmış ve beni hastalığa tutulduğundan bu yana ilk defa tanımıştı.
"Anne, gel yanıma, beni bırakma!" dedi. Ağlayıp yanağına öpücükler
kondurdum.
Sabah beşe kadar yanında kaldım ama daha sonra ayrılmak
zorundaydım. Öğleyin P'tit Louis' le birlikte geri döndüm.
Mutluydum, çünkü kabusun sona erdiğini sanıyordum. Ama Marcelle
ölmüştü... Ne P'tit Louis' de ne de bende küçük bir çelenk almak için
para vardı. Suskunca ayrıldık. Ben Place Pigalle' ye geri döndüm.
Kahrolmuştum. Bir ara çalıştığım yerde konsomatrislik yapan
kadınlardan biri yanıma yaklaştı ve "Kafanı boşuna yorma.
Göreceksin, gerekli olan parayı bir şekilde toparlayacağız" dedi.
Çocuğumun toprağa verilmesi için gerekli olan para bir yana,
cebimde bir bardak su bile alabilecek kadar para yoktu. Ama en az
benim kadar fakir olan erkek ve kız arkadaşlarım, ellerinden
geldiğince yardım ettiler. Buna rağmen halen on frank eksiğim vardı.
Saat sabahın dördüydü. Üzerimde çok büyük duran ve kolu yamalı
olan mantomu giyip karanlığın ortasına daldım. Marcelle' i
düşünüyordum; şanssızlığımı ve halen eksik olan on frankı.
Kendimi sokaklarda ağır ağır sürüyordum. Birden arkamdan biri
"Hey bebek!" diye seslendi. "Benimle biraz eğlenmek için ne
istersin?" İri yapılı bir adam alaylı alaylı sırıtıyordu. Beni sokak
kızlarıyla karıştırmıştı. Yoksa onu tokatlar ve küfrederdim! Ama
ümitsizliğin ve çaresizliğin etrafımı sardığı bu gecede
yapamayacağım hiçbir şey yoktu. Bu nedenle daha önce de
bahsettiğim bu yabancıya "On frank!" dedim. Beni hemen kolumdan
tutup küçük bir otele götürdü. Otel sahibinden odamızın numarasını
öğrendikten sonra merdivenleri çıktı. Kendi kendime: "Bu imkansız!
Böyle bir şey yapamazsın!" diyordum.Odaya girdikten sonra yabancı
önümde durdu ve sırıtarak, "Al, sana on frankı peşin vereyim" dedi.
Parayı masanın üzerine koydu. Daha sonra tekrar bana döndü.
Ellerini omuzlarıma koyduğunda, bu iri yapılı adamla kendime olan
saygımı yitirmeden başa çıkamayacağımı anladım.
Yabancı bana soğuk bir bakış fırlattı. "Daha ne bekliyorsun?" diye
sordu. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya ve ona hikayemi anlatmaya
başladım: çocuğumun ölümünü, toprağa verilmesi için gerekli olan
eksik on frankı... Bana acıdığını ve gitmeme izin vereceğini
anlamıştım. Omuzlarını silkti ve kısık bir sesle, "Git bebeğim!" dedi.
"Hayat her zaman insana gülümsemiyor, öyle değil mi?"
İşte, bugüne kadar darda kalanlara en ufak bir karşılık bile
beklemeden yardım etmemin asıl nedeni bu adamdır. Peki, bu adam
bana bir fahişe gibi davranmış olsaydı... Belki de bugün birçok
insanın vücudunu, bir çoğunun da ruhunu son anda kurtaran biri
olmayacaktım. Bugün dahi, bana başkalarına yardım etme duygusunu
sağlayan bu insana minnettarım. Bana hayatta hiçbir şey, karşılık
almadan yardım etme duygusu kadar temiz ve yüce bir mutluluk
vermemiştir."
(Kaynak: Hayatım, Edith Piaf, Arion Yayınları)
La Vie En Rose
Cesaretin Var Mı Aşka? (Jeux d'enfants), Er Ryan'ı Kurtarmak
(Saving Private Ryan), Aşkta Herşey Mümkün (Something' s Gotta
Give) filmlerinde de dinleme şansı yakaladığımız bu parçanın
Türkçe çevirisi şöyle:
Bakışlarımı düşüren gözler,
Dudaklarında kaybolan o gülüş,
İşte su katılmamış portresi ait olduğum adamın...
Kollarına aldığında beni,
Sessizce bir şeyler fısıldadığında,
Ah ne denli pembe görüyorum hayatı...
Aşk sözcükleri söylüyor bana her zamankinden...
Ve bir şeyler oluyor sonra bana...
Giriverdi işte kalbime mutluluğumun ortağı,
Sebebini bildiğim...
"Benimsin sen" dedi, bense onun yaşam boyu...
Söyledi bunu bana, hatta yeminler etti hayatı üstüne...
Ve onu gördüğüm ilk andan bu yana hissediyorum,
Deli gibi çarpan bu yüreği,
Hiç bitmeyen aşk gecelerini,
Yerini bulan yüce bir mutluluk,
Sorunlar, yaslar, evreler...
Mutlu yine de, ölümüne mutlu...
Kollarına aldığında beni,
Sessizce bir şeyler fısıldadığında,
Ah ne denli pembe görüyorum hayatı...
Aşk sözcükleri söylüyor bana her zamankinden...
Ve bir şeyler oluyor sonra bana...
Giriverdi işte kalbime mutluluğumun ortağı,
Sebebini bildiğim...
"Benimsin sen" dedi,bense onun yaşam boyu...
Söyledi bunu bana, hatta hayatı üstüne yeminler etti.
Ve onu gördüğüm ilk andan bu yana hissediyorum,
Deli gibi çarpan bu yüreği...
Edith Piaf ve Marlene Dietrich
Edith Piaf ve Marlene Dietrich
Edith Piaf ve Marlene Dietrich
Edith Piaf ve Marlene Dietrich,1952
Edith Piaf ve Marlene Dietrich
Edith Piaf ve Marlene Dietrich
Edith Piaf ve Marlene Dietrich
Marlene at the wedding of Edith Piaf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder